Anneler çocuklarını çamaşır leğeninde yıkardı, küvet yerine geçerdi. Herkezin başından geçmiştir. Vücuttaki kirler çıksın diye, az kaynamış su tepeden aşağı boca edilirdi. "Yandım Allah" feryatlarına cevap ise, saplı tasın kafaya 'tak tak' vurulmasıydı.. Yıkandıktan sonra havluyla kurulanır, kulak diplerine kadar neredeyse kazıyarak havluyla silinirdi. Bu kadar temizlikten sonra, tozda toprakta top oynamak 2/3 gün yasaklanırdı. Üst baş kirlenmeyecekti... Tabi günlük oyun işi, top işi kaçarmıydı? Öbür mahallenin sahasına kaçak gidilir orada oynanırdı. Yakalanınca tabi kulak çekilirdi... Yine de oyundan kalmaz maç kaçmazdı.. Okul paydos zili çalar çalmaz, okul kapısından koşarak çıkılır, önlük düğmeleri açılır, beyaz yakalar cebe konur, takım kurmak için adım sayan arkadaşlara "Durun bende geliyorum loyn" diyerek kurulan kadroya dahil olunurdu. Kalede Yasin, forvette Gökmen'dik o yıllarda... Gazozuna, lokumuna, pembe helvasına, kıran kırana oynanırdı. Akşam ezanı okunur, anneler çağırır, duyan kim! oyun bırakılır mı ? Stres atmanın o yıllardaki adı 'oyundu' futboldu. Ne yani sabah yedide kalk, giyin tüm kitapların sığdırıldığı kara çantayı al, arka ceplere çıra doldur, okulun sobasını yak... Oyun oynamayacaktık da ne yapacaktık ? Ödül şart. Cuma günleri dersler biter, İstiklal Marşı okunur, müdürün "iyi tatiller , paydos" demesiyle koşa koşa eve gidilir, haftasonu içi renkli misketler torbadan çıkarılır en büyüğü atmalık ya da ütmelik olarak seçilirdi. Üçerli beşerli herkes yere bilye dizer, yedi sekiz metre mesafeden atış yapılır, atılan misket, dizilen misketlere isabet ettirilirse, kazanç olarak ceplere doldurulurdu. Yenilip kaybeden züğürt olur, oyuna devam etmek için parayla satış yapılırdı. Ticari kazancın ilk alıştırmalarıydı. Tek oyun da bu değildi tabi: Cüllük, met, kazık çakma... Oyunda kazanılan kazıklar biriktirilir, sobada yakılır bir güzel de ısınılırdı. Üçgen, beşken, kargıdan yapma kasnaklı Uçurtmalar, renkli rengarenkti. Şeytanlı denilen uçurtma ise en pratiğiydi. Defterin orta yerinden yırtılan kağıt yeterdi. Oyun tatlı gelir, okul ise zor. Hangi öğretmenin nerede kulak çekip nerede enseye tokat yapıştıracağı tedirginliğiyle, teneffüste bile kuytu yerlerde, avcı öğretmenlerin gözünün görmeyeceği yerlerde dururduk. Şimdiki nesile fiske yasak. Öğrenciliği bizler yaptık. Öğretmene müthiş saygı vardı... Çarşıda pazarda öğretmen görsek saygıdan titrer, telaşlanır, yolu değiştirirdik. Okulun hizmetlileri ders zamanı gelince mini el ziliyle, zili çalardı. Tıpkı Adile Naşit gibi. Giriş zilini çalmak için yalvarır, dil dökerdik. Zili elimizde uzun uzun çalmak, herkesi ayağımıza getirmek bir nevi komut vermek, egonun ilk gelişimiydi. Yine tenefüslerde gazoz dövüştürmek vazgeçilmez bir eğlenceydi. Kazanırsan daha da mutluluktu. Gazozlar elde tutulur tıpkı kavgacı horozlar gibi karşılıklı durulur, gazoz kapakları çekilir, kapağı açılan gazozlar mağlup sayılırdı. Gazozlar yenen tarafından afiyetle içilirdi. Tabi evde çekiçle kapağı sıkıştırılmış, idman yaptırılmış gazoz başkaydı.
Bazen öğretmen, yarın cumartesi okula kim gelmek ister ? Deyince hadi bakalım sıkıysa parmak kaldırma... Gelirdik top oynarız belki derdik. İki kamyon odunu okul bahçesine sırtımızda indirirdik. Şimdiki öğrenci nesli olsa, öğretmene aynen " kanka bu iş beni aşar , bozar beni, hem işlerim var" demezse...
Dayakçı öğretmen çoktu. Müşfik, sevgi dolu öğretmen azdı o zamanlar. Yan sınıfta saz, gitar, flüt, mızıka gibi enstrüman çalan sevgi insanı bir öğretmen vardı. Onun sınıfında olmayı çok isterdik.Uzun yıllar sonra öğrencisi olan, çok yakın arkadaşımı, ofisinde ziyarete gelmişti. Arkadaşım tanıştırdığında, ben onu tanımıştım birden anılarım canlanmıştı. "Hocam çok iyiydiniz sevgi insanıydınız. Sizin öğrenciniz olmayı çok ister hayal ederdim. Sizi yıllar sonra da olsa görmüş olmanın onur ve kıvancı içerisindeyim" dedim. En güzel sözlerimi sundum tebrik ettim, kendisi de çok duygulanmıştı. Saygı sevgi insanı bir öğretmenin hakkını bir nebze ödeyebilmenin huzurunu yaşadım. Anılarda güzelliklerle hatırlanan öğretmenlere selam olsun.
|